Ölüm orucu
Ölüm orucu
12 Eylül’den sonra Gölcük’teki tutuklular olarak yaptığımız açlık grevlerinden birinde, gazete, radyo, ilaç, kantinden gıda malzemeleri alınması vs gibi temel ihtiyaçlarımızı içeren taleplerimizden birisi de süt ihtiyacımızın karşılanmasıydı. Radyo ve gazete hariç bir çok talebimizin karşılanacağı belirtildi cezaevi idaresince.
Hiç unutmam; radyonun verilmeme gerekçesi cezaevi müdürü Hasan Ertaş
tarafından şöyle açıklanmıştı: “Radyoyu dinleyen bir askerim, radyoda,
köyünde yaşanan olayları duyunca, izin istemeden firar etmişti, bu yüzden
sizlere radyo vermeyeceğiz” demişti. İlaç, süt, banyo yapma, tuvalete
gitme süresinin uzatılması vs gibi o zaman yaşamımız için çok gerekli olan
taleplerimiz ağırlıkla kabul edildiği için başlattığımız açlık grevi dahil, bütün
aktivitelerimize son vermiştik.
Cezaevi idaresi radyo ve gazeteyi primitive bir mantıkla rededip vermezken, süt
alınması sırasında primitive bir diğer tepkiyi de kendi aramızdaki bir grub
arkadaş göstermişti. Bu arkadaşlar “Oligarşinin verdiği sütü içmeyiz” diyerek
süt vs nin alınmamasını dayattıklarında, bir arkadaşımızın bu gruba tepkisi de
hiç aklımdan çıkmaz. Şöyle tepki göstermişti arkadaşımız, “Devrimci
inek mi isteyelim?”, “Devrimci sütü nasıl elde edeceğiz?”, ”Ne
istersek isteyelim, bize cezaevi idaresi verecek istediklerimizi”.
12
Eylül 1980 den sonra Gölcük'teki askeri cezaevinde çeşitli konularda açlık
grevleri oldu, katıldığımız. Katıldığım en uzun açlık grevi 12 gün sürmüştü.
Bir yazardan okumuştum “Açlık grevlerine yatmış birinin nasıl öldüğünü biliyor
musunuz? Vücut, önce şekeri yakıyor, sonra yağları, sonra proteinleri, kas
dokularını yakıyor, karaciğerdeki yağ dokuları yanarken ağır bir aseton kokusu
yayıyor ölüme yatan, nabzı yavaşlıyor, tansiyonu düşüyor, kalbi teklemeye
başlıyor, bütün kasları eriyor. Hareket edemez hâle geliyor" (Ahmet
Altan).
55. gününde olan açlık grevindekilerin içinde bulunduğu korkunç ve tehlikeli
durumu düşünmek bile istemiyorum. Düşünmesi bile çok zor. Sonucun ne kadar
vahim olacağını düşündükçe içimdeki sıkıntı beni boğacak hale geliyor. Ne
olursa olsun ölecek olanlar bir insan. Herşeyden önce bu ölümlere dur deme
noktasından başlamak lazım. İlk düşünülecek nokta bu ölümlerin yaşanmaması için
ne yapılır olmalı.
Sürekli tekrarladığım ve inandığım bir noktanın altını bir kere daha çizmek
istiyorum, “Hiçbir şey, hiç devlet, hiçbir bayrak, hiçbir düşünce,
hiçbir lider, hiçbir örgüt, hiçbir toprak parçası, hiçbir inanç, hiçbir yazılı
kural, hiçbirşey ama hiç bir şey insandan daha değerli olamaz” diye
düşünüyorum. Benim için en öncelikle önemli olan nokta, her şeyden önce
insanların ölümlerine bir çözüm olunmasıdır.
Gelişen sürecin artılarını ve eksilerini de konuşmayalım demeyi de doğru
bulmuyorum. Nasıl “Devrimci süt ve devrimci inek” isteyenlerle
aktivitelerimiz içinde ve tam ortasında nasıl konuştuysak ve tartıştıysak,
bugün de artısıyla, eksisiyle yaşananların tartışılmasından yanayım.
Başbakanın ölüm oruçlarına karşı kullandığı üslup ve yaklaşımını, aşağılayıcı,
tahrik edici buluyorum. “Kebabçılar” tarzındaki basit ve
primitive yaklaşımını ise hiç doğru bulmuyorum. Bu üslup ve yaklaşım insanları
vazgeçireceğine daha fazla kamçılayıp tahrik ettiği ve süreci zorlaştırdığı
inancındayım. Bir an önce bu üslubun terk edilerek, daha insani bir üslupla
yaklaşmanın sorunun çözümünü kolaylaştırcağına inanıyorum.
Açlık grevindekilerin taleplerinden bir tanesi anadilde savunma yapabilmek.
Açlık grevindekilerin direkt sorun olarak yaşadıkları en haklı taleplerinden
birisi olan ana dilde savunma yapma talebi son derece insani olan talep, bana
göre de. Bu konu bir müddet önce hükümet tarafından da kabul edilerek
uygulamaya ilişkin adımların atılacağı belirtilmişken bunun talep olarak ileri
sürülmesi doğrusu bana ilginç geldi. Bunu talep etmek yerine uygulamaya ilişkin
sorunlar talep olarak gündeme gelseydi daha anlamlı olurdu diye düşünüyorum.
Bazı mahkemeler ana dilde savunma yapmayı kabul ederken, bazı mahkemelerin
kabul etmemesi, özellikle anayasa mahkemesinin ana dilde savunma yapmayı normal
karşılamasını üzerinde düşünmeye değer buluyorum.
Ana
Dilde Eğitim talebi kuşkusuz her insan gibi tutukluların da haklı olarak talep
edeceği bir hak. Ancak siyasi platformda çözülmesi mümkün olacak bu siyasi
taleb için dışarıda olanların hiçbir sivil ve demokratik aktivitesi yokken
sadece cezaevlerindekilerin dile getirerek, bunu ölüme yatarak çözüm araması
bana çok yanlış geliyor. Eğer dışarıdaki insanlar, çocuklarını okullara
göndermez, ana dilde eğitim için okulları boykot eder veya ana dilde eğitim
konusunda başka başka sivil ve demokratik tepkiler göstermiş olsaydı, onlara
destek anlamında cezaevindekilerin böyle bir talebi olsaydı o zaman çok anlamlı
bulurdum. Bunu sadece cezaevlerindekilerin dile getirip istemelerini ve bu
sorunun çözülmemesi noktasında öleceklerini beyan etmeleri bana hiç doğru bir
talep gibi gelmiyor doğrusu.
Esasında cezaevindeki yaşamsal-siyasi sorunlarla, dışarıdaki hayata ilişkin
siyasi taleplerin ayırdında olmayı öneriyorum. Eğer cezaevinden ölüme yatarak siyasi
sorunlar çözülecekse, bu esas çözüm şekliyse neden parti kursun insanlar ya da
neden sendika kursun, neden dernek kursun vs. 1000 insanın, onar onar peşpeşe
ölüme yatarak, bütün sorunları çözme şekli bir çözüm olarak gündeme gelir ki,
işte bu nokta üzerinde iyice düşünmek lazım.
Her tutuklu gibi Abdullah Öcalan da bütün haklarına sahip olmalıdır. Ona özel
haksız uygulamalar olmamalıdır. Ancak, Öcalan üzerindeki tecrid talebi için
kafama takılan noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Keşke bu konuda önce
Abdullah Öcalan taleplerini dile getirecek bir aktivite içinde olsaydı. Ortada
sorunu yaşayanın bir aktivitesi yokken, bir talebi yokken, onun sorunlar
yaşadığını dile getirerek ölüme yatmayı da anlamlı bulmuyorum. Abdullah Öcalan
nasıl geçmişte sağlık sorunlarını, gıda sorunlarını ve bazı başka sorunlarını
dile getirdiyse, bugün de aynı şeyi yapması gerekmez miydi?
Bir an önce hükümeti de, tarafları da düşünmeye davet ediyorum. Yarın daha geç
olabilir. Üzerinde tartıştığımız sürecin insanların hayatına mal olmasının söz
konusu olduğunu düşünelim lütfen. Hiçbir şey insandan daha değerli olamaz.
Hepinizin en değerli bulduğu şeylerden daha değerlidir bir insanın bile hayatta
kalması.